Parti, 49.5 % a ulaşarak, oyunu daha Haziran’da ki seçimlere oranla 8.6% oranında arttırdı. Ana muhalefet partisi CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) 25.3 % lük oy oranıyla nispeten sabit kaldı. Milliyetçi MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) 11.9 % la parlamentoda hala temsil ediliyor ama kayıpla. Kürt özgürlük hareketi içinden çıkan sol kanat HDP (Halkların Demokratik Partisi) 10.8 % ile bir kez daha, kıl payı 10% barajını geçmeyi başardı.
Korku iklimi
Haziran’da ki son seçimlerde mutlak çoğunluğun kaybedilmesinden sonra Erdoğan’ın hesabı açıktı: O ve partisi, iktidarı kesinlikle paylaşamazlardı ve paylaşmak istemiyorlardı. Bu, yolsuzluk ve kayırmacılıkla, yıllardır, iş adamları ve üst düzey yetkililerden oluşan bütün bir katmana yüksek kazanç, ve bireysel olarak Erdoğan’a, Washington’ da ki Beyaz Saray’dan on kat daha büyük bir saray getiren oyunun bitmesi demek olurdu. Hükümet, tek başına iktidar amacına ulaşabilmek, ve bütün ülkede bir korku iklimi yaratarak, ezilen sınıfları ulus merkezli sınırlarla bölmek için; aslında ülkenin Kürt yerleşim yerlerinde bir iç savaş demek olan ama adına “Terörle mücadele” dedikleri bir savaş başlattı. Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgeler militarize edilerek, 90’lı yıllarda ki baskı politikasına geri dönüldü. Türkiye ve Irak’ta ki PKK (Kürdistan İşçi Partisi) mevzilerine provokasyon amaçlı, büyük bombalı saldırılar gerçekleştirildi. Ölen her her asker televizyon ekranlarında günlerce gösterildi. Aynı zamanda Cizre’de yaşanan, yüz binden fazla insanın sekiz gün boyunca, gıda, su ve elektrik iletişiminin kesildiği ve pek çok sivilin hayatını kaybettiği korkunç kuşatma ise yalnızca çarpıtılmış bir dip nottu.
Diğer yanda, “Terörle mücadele” örtüsü altında , binlerce sol ve Kürt özgürlük hareketi aktivisti tutuklandı. Temmuz’da Suruç ve Ekim’de Ankara’da ki sol gösterilerde yaşanan ve toplam 135 insanın öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı iki feci patlamanın ardından, AKP-Başbakan Davutoğlu, saldırıdan, İşid’le beraber Suriye istihbarat servisini, PKK’yi ve sol terörist grupları sorumlu tuttu. Türkiye’de ki sol kanat gözlemciler, Türk istihbarat servisi MİT‘ in, bu saldırılardan en azından haberi olduğunu ama bilinçli olarak engellemediğini düşünüyorlar.
Bununla birlikte, faşist çetelerin, çoğunlukla polis tarafından üstü örtülen saldırıları bir dalga halinde bütün ülkeyi sardı. Eleştirel haberler yapan medya üzerinde ki baskı daha da arttırıldı. AKP’nin domine ettiği yayın organları ise, en yukarıdan gelen talimatlar doğrultusunda haberler yaptı.
Seçimden önce ki hafta, AKP ve Erdoğan toplamda 376 saat medyada görünürken, buna karşılık bütün muhalefet medyada sadece bunun 1/7 i kadar yer bulabildi.Ama hükümet bununla yetinmedi. Seçimden dört gün önce, Erdoğan’a karşı duran iki televizyon programı polis kullanılarak kapatıldı. Seçim gününde Kürt bölgelerinde ve hatta kısmen seçim bürolarında polis ve asker devriye geziyordu. Köyün Yaşlılarının, polisten, AKP’nin seçilmesini sağlamaları yönünde celp aldığına dair haberler yapıldı. Ayrıca apaçık seçim hilelerine dair haberler de var. Ortaya çıkan tablo açık: Erdoğan, Türkiye’de halkın göğsüne silah dayadı: Ya beni kabullenirsiniz ya da kaosu. Hatta bu tehdidin işe yaramasını sağlama almak için devletin bütün baskı ve propaganda araçlarını mobilize etti. Bu durumda, “özgür seçimler“ den, kapitalist anlamda bile söz etmek mümkün değil.
Bu histerik hal içinde AKP, eski MHP ve küçük bir islamist partinin seçmenlerini “milli birlik“ çılgınlığıyla kazanmayı başardı. Buna ek olarak, geçen seçimde HDP‘ yi seçen muhafazakar Kürt seçmeni de, iç savaş korkusuyla AKP’ye döndü. Bu şartlar altında 10& barajının geçilmesi, HDP tarafından bir noktaya kadar başarı olarak kabul edilebilir ve pek çok insanın artık korkup sinmeyeceğini ve hakları için mücadele etmeye hazır olduğunu da kanıtlar.
Ama bu tek başına AKP’nin seçim zaferini açıklayamaz. Seçim döneminde ki histeri ortamı açıkça gösterdi ki; AKP ve Erdoğan, bölücü politikalarıyla, kendilerini giderek toplumdan yalıtıyorlardı. Askerlerin cenaze törenlerinde sürekli hükümet ve AKP’ye karşı, normal zamanlarda düşünülemeyecek öfke krizleri ve eylemler ortaya çıkıyordu. AKP, seçim zaferini ulusal histerinin yanında, kamu bilincine, ülkenin ekonomik gelişmesinin, hükümetin çoğunluğu elde etmesine bağlı olduğu fikrini yerleltirmeyi başarmasına borçlu. Ancak bu şekilde, olumlu bir ekonomik gelişme için temel olarak istikrar mümkün olabilirdi!
Bu şartlar altında, sadece, toplumsal sorunların cesaretle tematize edildiği, sol kanattan gelecek bir atak; Erdoğan’ın bölme denemelerini boşa çıkarabilir, ve böylece AKP’nin zaferini önleyebilirdi. Trajik bir şekilde son bulan Ankara’da ki gösteri, bunun için iyi bir başlangıç noktasıydı. İç savaşta, devlet şiddetine ve olağanüstü sayıda insanın öldüğü iş kazalarının yaşandığı iş yerlerinde, sermaye şiddetine HDP ve sendikalar tarafından aynı ölçüde eylem çağrısı yapıldı. Bu bağlantı doğru. Her ikisi de, Türkiye gibi ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerle parçalanmış ülkelerde, devam etmek için, işçilerinin kanını dökmekten başka çaresi kalmamış kapitalist sömürünün birer ifadesidir. Bu bulguya dayanarak, Kürt-Türk, Alevi-Sünni bölünmesi pratikte aşılabilir ve bu, Erdoğan için ağır bir darbe demek olurdu.
Bu eylem, gericiler ve Erdoğan için bu yüzden tehlikeliydi ve bu yüzden saldırıya uğradı. Bizim açımızdan, HDP’nin bunun üzerine bütün seçim mitinglerini iptal etmesi ve kendini, olmayan demokrasiden şikayet etmekle sınırlaması, bir hataydı. Bu geri çekilme sadece, Erdoğan’ı yeni baskı yöntemleri geliştirmeye teşvik etti ve o zaman ve şimdi direnmeye hazır olan kitlenin bilincini sarstı. Ankara’da yaşanan patlamanın ardından gelen iki günlük genel grev, hakikatin işaret edileceği, İşçi Hareketi’nin ve iş yerlerinde, okul ve üniversitelerde ki sol kesimin sahipleneceği bir kampanya başlatmak için başlangıç olabilirdi. Unutulmasın ki; sermaye hükmettiği sürece , her zaman savaş olacak ve işçilerin ve gençlerin durumu kötüye gidecek. Ve Erdoğan ve AKP, sermayenin iktidarını, gerekirse kanlı terör ve baskıyla koruyor.
Sonuç olarak; Erdoğan terör yoluyla seçim zaferini zorladı. Elbette toplum içinde ki çelişkiler, artan baskıya karşı duyulan nefret, sömürü ve vesayet bu şekilde azalmayacak. Aksine, hükümet yeni kazandığı çoğunluğu, sosyal hizmetlerde ki kısıtlamalar, yeni baskıcı kanunlar ve , iktidarını sağlamlaştırmak için kullananacak. Bu, içinde bir gerçekliğin, kendini gerçekten göstereceği bir direniş dalgası doğuracak: Evet, sultanın tahtı sağlam görünüyor ama ince bir boya tabakasının altında, tehlikeli biçimde sallanıyor. Ezilenler birleştiğinde, kazanabilir olacaklar!
tercüme: Elif Kuru Hier den Artikel auf deutsch lesen.
|